28 Nisan 2014 Pazartesi

Bir Düşün İçinde Bir Düş




Alnına konsun bu öpüş!
Ve, şimdi senden ayrılırken,
İtiraf edeyim ki-
Günlerimi bir düş
Sayarken yanılmıyorsun;
Ama, umut gitmişse uzaklara
Bir gece ya da bir gün
Bir görüntüde ya da bir şeyde olmaksızın
Fark eder mi bu yüzden?
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz
Yalnızca bir düşün içinde bir düş.


Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının
Haykırışları içinde duruyorum:
Ve altın kum taneleri
Tutuyorum avucumda-
Ne kadar az! Ama nasıl da
Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlere 
Ben ağlarken-ben ağlarken!
Ah Tanrım! Daha sıkı
Tutamaz mıyım onları?
Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız dalgadan?
Bir düşün içinde bir düş mü
Bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?

Edgar Allan Poe

23 Nisan 2014 Çarşamba

Tragedyalar IV



Ya alkol olmasaydı. Bir uzun bardaklarımız vardı. Herkes

birbirinden artardı

Bulanık, bungun artardı

Kuru gök, kuru bir yağmur bırakırdı sesimize

Çok uzaklarda çok düşündüğümüz bir şey solar solar solardı

Meyhaneler biraz olsun solardı
İmgeler ve bütün çözüm yolları. Bardaklar
Bardaklar, o uzun bardaklar, dişi alkoller yani
Çiftleşip bırakırlardı sesimizi
Sirkler ve bütün sirkler, atlıkarıncalar öyle
Çılgınca dönerlerdi sesimizde
Biz bütün görme gücüyle görürdük sesimizi
Renksizdi
Ve nasıl kirliydi ki, her günkü kuşkulardan
Her türlü engellerden, aşklardan ve kurallardan
- Sesimizi duyuyor musunuz. Hayır!
- Sesimizi duyuyor musunuz. Evet!
Yani işte böyle biz
Tek anlamlı iki söz parçası olan.

Biz bir de çok eski zamanlardan kalmış olurduk. Ve bir de
Sert içkiler içerdik - Bu tuhaf akşamları kim çizdi
Öyküsü tanrılardan ve açık denizlerden derlenen
Bu tuhaf akşamları kim çizdi
Güçlü bir soluk tarafından ve hırsla

Ve kirli
Ve büyük bir sirk çadırı gibi, uçsuz bucaksız
Bu tuhaf akşamları kim çizdi
Biz içkiler içerken.

Biz içkiler içerken cam kapılar yeryüzünü keserdi
Düşük organlarıyla kadınları keserdi
Biz içkiler içerken
Kesilince giderdi
Cam kapılar dönerdi, dünyacığımız kanardı
Cam kapılar dönerdi
Gökboyu giderlerdi bir saydamlığı akıtıp
Doğanın gizlerine ve bütün rahimlere
Gökboyu giderlerdi
Tezgâhlar bira çekerdi
Tezgâhlar bira çekerdi, çürük ot oralarda kokardı
Çürük ot, çürük ot..
Oralarda kokardı
Sonra hep eski zamanlardan kalmış olurduk, o tenha
Bahçelerde, tasvirlerde, bir garip kum sarılığında
Olmuş olurduk
Sonra birden çağımıza girerdik. O çılgın
Atlarımız, örtülerimiz alkolden
Anılarımız, içgüdülerimiz
Ve büyük çıplaklığımız alkolden
Alkolse biraz olsun alkolden yaratıldığımız
Tanrımız bilincimiz tanrımız
Çağımıza girerdik.

Çağımıza girerdik, kaygan ve boyutsuz bir anlam biçiminde
Kurumuş bir kan kokusu ağzında
Kemikten bir av borusu tadında
Ağrılı bir hayvanın benekleri üstünde
Çağımıza girerdik
Çağımıza girerdik, çiftleşip bırakırdık çağımızı
Bırakınca giderdik
Bırakınca giderdik. Sonra her şey giderdi. Ve artık
Bir silah patlasa, bir kurşun
Doğayı baştanbaşa kanatan
Bir kurşun olurdu. İçkilere dönerdik.
Çünkü başka ne vardı, alkoller bizi yıkardı
Sığ denizler gibiydi alkol, geçerdi üstümüzden
Ve birden bırakırdı bizi
Biz öyle kalırdık da çakıllamış ve beyaz
Seslerimiz birbirinden artardı.

Çünkü yalnız o vardı, o alkol biçiminde olmak
O sonsuz buruşukluk
O sonsuz buruşukluk: ya alkol olmasaydı
Ya alkol olmasaydı

Ve alok olmasaydı biz ölümsüz kalırdık
Dayanılmaz acısında bir ölümsüzlüğün
Biz öylece kalırdık
İmgelerin ve bütün çözüm yollarının bir öte dünyasında
Yani bir gerilimde, her şeyin bir kavram olup aktığı kanımızda
Oralarda
Sevişirken kalırdık
Akarsular alkollere girer kalırdı
Balıklar soğuk soğuk devinirdi, kalırdı
İçe ingin gözlerimiz vardı, kalırdı
Bir sessizlik gününün durmadan kutlandığı
Oralarda kalırdı.

Çünkü yalnız o vardı, o alkol biçiminde olmak
O sonsuz buruşukluk
O sonsuz buruşukluk: ya alkol olmasaydı
Ya alkol olmasaydı.

Herkes nerelerden olsa biraz sarkardı
Bir şeyden, bir olaydan, korkunun ilk yerinden
İşkenceler biraz olsun sarkardı
Ve duvar kâğıtları sarkardı ve sinek pislikleri, ampuller
İntihar zabıtları sarkardı
Evraklar, çekmeceler
Telefonlar biraz olsun sarkardı
Ve sesler örtmek için sesleri, sarkardı
Ve eller
Çürükler, sinir uçları
Bir korkunçluk gününün durmadan kutlandığı
Sert duvarlar beyaz beyaz kanardı
Ve polis müdürleri sarkardı kuşkunun ilk yerinden
Belki de bir cümleden: bütün işkencelere rağmen konuşmaz!
Diye harfler öyle öyle sarkardı
Ve cezaevleri sarkardı ve ıslak tabutlukar
Ve kurallar sarkardı, yasalar sonra sarkardı
Bir şeyden, bir olaydan, acının ilk yerinden
Herkes nerelerden olsa biraz sarkardı.


KORO

Ellerin ve bütün eylemlerin biraz olsun sarktığı
Sizi yok saymaya geldiklerinin anlamıyla
Şimdi bir anlama geldiğigiller çağı.


EPİSODE

Ya alkol olmasaydı. Bir uzun bardaklarımız vardı. Herkes
birbirinden artardı
Bulanık, bungun artardı
Kuru gök, kuru bir yağmur bırakırdı sesimize
Çok uzaklarda çok düşündüğümüz bir şey solar solar solardı.

Edip Cansever

19 Nisan 2014 Cumartesi

Kendini İmha Etmenin Kaynakları


Omuzlarımızın ve düşüncelerimizin üzerinde ağır yüklerle bir hapishanede doğmuşuz; kesip atma imkanı bizi bir sonraki gün yeninden başlamaya teşvik etmese, tek bir günün bile sonunu getiremezdik... Bu dünyanın prangaları ve solunmaz havası her şeyi elimizden alır, kendimizi öldürme özgürlüğü hariç; bu özgürlük de, bunaltıcı ağırlıkların üstesinden gelen bir kuvvet ve gurur verir bize.

Kendi hükmünü mutlak olarak elinde bulundurmak ve bunu kullanmamak... Bundan daha esrarengiz bir yetenek var mıdır? İntiharın mümkün olduğu tesellisi, soluksuz kaldığımız o mekanı sonsuz bir alana çevirir. Kendimizi yok etme fikri, buna ulaşma yollarının çokluğu, kolaylığı ve yakınlığı sevindirir ve ürkütür bizi; zira kendimiz hakkında geri dönüşsüz bir şekilde karar verdiğimiz o hareketten daha basit ve korkunç bir şey yoktur. Tek bir anda bütün anları ortadan kaldırırız; bunu tanrı bile yapamazdı. Fakat palavracı iblisler olduğumuzdan sonumuzu erteleriz: Özgürlük gösterişinden, kibrimizin oyunundan nasıl vazgeçebilirdik ki?..

Kendini ortadan kaldırmayı hiç tasarlamamış; ipin, kurşunun, zehirin ya da denizin yardımına başvurabileceğini hiç hissetmemiş kişi, aşağılık bir kürek mahkumudur; ya da evrenin leşi üzerinde sürünen bir solucan... Bu dünya elimizden her şeyi alabilir, bize her şeyi yasakayabilir, ama kendimizi yok etmemizi engellemeye kimsenin gücü yetmez. Bütün aletler buna yardımcı olurlar, bütün uçurumlarımız buna davet ederler bizi; ama bütün içgüdülerimiz de karşı çıkar. Bu karşıtlık ruhumuzda çıkışsız bir çatışma geliştirir. Hayat üzerine düşünmeye, onda dipsiz bir boşluk keşfetmeye başladığımızda, içgüdülerimiz kendilerine çoktan rehber süsü vermiş ve fiillerimizi yönlendirmeye başlamışlardır bile; ilhamımızın kanatlanmasını ve serbestleşerek yumuşamamızı frenlerler. Eğer doğduğumuz anda, ergenlikten çıışımızdakik kadar bilinçli olsaydık, beş yaşında intiharların alışılagelmiş bir olgu, hatta bir saygınlık sorunu olacağı muhtemelden de öte bir gerçektir. Ama çok geç uyanırız: Tefekkür ve hayal kırıklıklarımızın bizi yönelttiği sonuçlardan ancak şaşkınlığa kapılabilecek olan içgüdülerin mevcudiyetiyle döllenmiş yıllar durur karşımızda. Tepki de gösterirler; bununla birlikte, özgürlüğümüzün bilincine varmış olan bizler, istifade etmediğimiz için daha da cazipleşen bir çözümünün efendisiyizdir. Günlere, dahası gecelere tahammül etmemizi sağlar bu; artık ne yoksuluzdur, ne de husumet tarafından eziliyoruzdur: Üstün kaynaklar vardır elimizde. Bunlardan hiç yararlanmasak ve sonumuz geleneklsel son nefesle gelse bile, vazgeçişlerimizde bir hazineye sahip olmuş oluruz: Her birimizin kendi içinde taşıdığı intihardan daha büyük bir zenginlik var mıdır?

Dinlerin kendi elimizle ölmeyi yasaklamalarının nedeni, bunda, tapınakları ve tanrıları aşağılayan bir itaatsizlik örneği görmeleridir. Orleans Konsili intiharı cinayetten daha vahim bir günah gibi değerlendiriyordu; çünkü katil her zaman nedamet getirebilir, kendini kurtarabilir, oysa kendi hayatına kasteden kişi selametin sınırlarını aşmıştır. Fakat kendini öldürme eylemi zaten radikal bir selamet formülünden çıkmaz mı yolar? Hiçlik de ebediyetle eşdeğer değil midir? Yalnız varlık, evrenle savaşmak ihtiyacında değildir; o, son ihtarı kendine verir. Sonsuza değin olmak özlemini de duymaz pek; eğer benzersiz bir fiille, mutlak bir biçimde kendisi olduysa... Göğü ve yeri de kendini reddettiği gibi reddeder. Hiç değilse, özgürlüğü sürekli gelecekte arayanların bulamadığı bir özgürlük bütünlüğüne varmış olacaktır...

Şimdiye kadar hiçbir kilise, hiçbir belediye intihara karşı muteber bir gerekçe icat etmemiştir. Hayatı artık kaldıramayan kişiye ne söylenebilir? Hiç kimse başkasının yüklerini kendi üzerine alacak halde değildir. Diyalektiğin elinde, tartışılmaz ıstırapların ve teselli bulmamış binlerce apaçık olayın saldırısına karşı hangi güç vardır? İntihar, insanın ayırt edici özelliklerinden, keşiflerinden biridir; hiçbir hayvan bunu yapamaz ve melekler ancaj farkına varabilir; intiharsız insan gerçekliği, daha az merakadeğer ve daha renksiz olurdu: Sonuca bağlanan çeşitli yolları ve yeni çözümleri trajediye sokacak olsa bile, tuhaf bir iklimin ve kendi estetik değerleri olan bir ölüm imkanları dizisinin noksanlığı hissedilirdi.

Olgunluklarının delili olarak canlarına kıyan antik bilgeler, modernlerin hafızasından çıkmış olan bir intihar öğretisi yaratmışlardı: Dehasız bir can çekişmeye adanmış bizler, ne aşırılıklarımızın yaratıcısıyız ne de vedalarımızın belirleyicisi.Son, artık bizim sonumuz değildir: Sayesinde yavan ve yeteneksiz bir hayatı bağışlatabileceğimiz yegane bir girişimin üstünlüğü noksandır, tıpkı yüce bir kinizmin ve eski görkemli can verme sanatının da noksan olması gibi... Ümitsizliğie talim eden ve kendini kabullenen cesetleriz; kendimize rağmen hayatta kalırız ve yalnızca yararsız bir formaliteyi yerine getirmek için ölürüz: Sanki hayatımız, sadece ondan kurtulabileceğimiz anı ileri atmamıza bağlıymış gibi...

Emil Michel Cioran - Çürümenin Kitabı

5 Nisan 2014 Cumartesi

Dinle Küçük Adam




...

Sana kendi içimdeki küçük adamı anlatmakla işe başlayacağım...

"... ben ne kızıl, ne kara, ne de beyazım. ben hristiyan, yahudi, müslüman, mormon, poligam, homoseksüel, anarşist ya da boksör de değilim.ben bir kadını/erkeği, onunla evli olduğumu kanıtlayan evlilik cüzdanına sahip olduğum ya da cinsel açlığımı doyurabilmek için değil, gerçekten sevip ona değer verdiğim için kucaklarım.ben çocukları dövmem, balık tutmam, karaca ya da geyik avlamam. ama hedefi onikiden vururum.ben briç oynamam ve öğretilerimi yaygınlaştırmak için partiler vermem. eğer öğretim doğruysa zaten o kendiliğinden yaygınlaşacaktır.eğer benden daha iyi hekim değilse, çalışmalarımı bir tıp yöneticisinin eline bırakmam. ve buluşlarıma kimin hükmedeceğine ya da etmeyeceğine ben karar veririm.ben yasal kurallara anlamlı oldukları sürece tam olarak uyarım ama aşılmışlarsa ya da anlamsızlarsa onlarla mücadele ederim. (hakime koşma hemen küçük adam, çünkü o da dürüst bir insansa aynı şeyi yapar.)ben çocukların ve gençlerin bedensel aşklarını yaşamalarını ve rahatsız edilmeden tadını çıkarmalarını isterim.ben insanların doğru dürüst dindar olmak için aşk yaşamlarını yıkacaklarına, bedenlerine ve ruhlarına zarar vereceklerine inanmıyorum.ben senin 'tanrı' olarak adlandırdığın şeyin gerçekten var olduğunu ama senin düşündüğünden farklı, senin içinde ve dışında, vücudundaki sevgi olarak, dürüstlüğün olarak ve doğayı hissetmen olarak bir kozmik temel enerji olduğunu biliyorum...

... sana şunu söyleyeyim küçük adam; içindeki en iyi şeylerin anlamını yitirdin. onu boğdun başkalarında, çocuklarında, karında, kocanda, babanda, annende, nerede gördüysen orada onu öldürdün. sen küçüksün ve küçük kalmak istiyorsun küçük adam..."

"...dinle küçük adam!

sana "küçük adam", "sıradan insan" diyorlar; yeni bir çağ, "sıradan insan çağı" başladı diyorlar. bunu söyleyen "sen" değilsin küçük adam. onlar söylüyor bunu, büyük ulusların başbakanları, koltuklanmış işçi liderleri, kentsoylu ailelerin tövbekar evlatları, devlet adamları söylüyor, filozoflar söylüyor sana bunu. geleceğini eline veriyor, geçmişinden hiç sual etmiyorlar.

korkunç bir geçmişin mirasçısısın sen küçük adam. mirasın, avucunun içinde alev alev yanan bir elmastır. bunu sana söyleyen, benim; beni dinle.

her doktor, her ayakkabıcı, teknisyen ya da eğitimci, işini doğru dürüst yapmak ve yaşamını kazanmak için, eksikliklerini bilmek zorundadır. birkaç on yıldır, şu yeryüzünde yönetici rolü oynamaya başlamış bulunuyorsun. insanlığın geleceği, senin düşüncelerine ve senin yapacağın şeylere bağlıdır. ama öğretmenlerin ve efendilerin, aslında nasıl düşündüğünü ve gerçekte ne olduğunu söylemiyorlar sana; seni kendi geleceğine egemen olma yetisi verebilecek yönde eleştiren ve bu eleştiriyi dile getirme yürekliliğini gösteren tek kişi yok. yalnız bir anlamda "özgürlüğüne sahip"sin sen; kendi yaşamını yönetmeyi öğrenmeme ve kendini eleştirmeme özgürlüğüne sahipsin.

şöyle bir yakınmayı hiç duymadım senin ağzından: "gelecekte kendimin ve dünyamın efendisi olmak yolunda yürütüyorsunuz beni, peki ama, insanın nasıl kendi kendisinin efendisi olacağını anlatmıyorsunuz hiç, düşünce ve davranışlarımdaki yanlışları bana söylemiyorsunuz."

yönetimi elinde tutan kişilerin, "küçük adamı" yönetmelerine izin veriyorsun. ama sen, hiç sesini çıkarmıyorsun. yönetimi elinde tutan güçlülere, ya da kötü niyetli güçsüz adamlara seni temsil etme yetkisini veriyorsun. her seferinde aldatıldığını anlıyorsun, ancak bunu anladığında, iş işten geçmiş oluyor."

"...yaptığın her şey eğreti, küçük adam: evini bir kum tepeciğinin üzerine kurmuşsun, yaşamın, kültürün ve uygarlığın, bilimin ve tekniğin, sevgin ve çocuklarına verdiğin eğitim, hep eğreti. bunu bilmiyorsun, bilmek de istemiyorsun; sana bunu söyleyen büyük adamı da öldürüyorsun.

büyük bir bunalım içinde, gelip gelip aynı soruları soruyorsun:

"çocuğum çok inatçı, her şeyi kırıp döküyor, geceleri karabasanlarla uyanıyor, aklını derslerine veremiyor, kabızlık çekiyor, benzi soluk, yüreği katı. ne yapmalıyım? bana yardım et!"

ya da: "karım bana karşı cinsel istek duymuyor, beni hiç sevmiyor. bana işkence ediyor, sinir nöbetlerine tutuluyor, bir yığın erkekle geziyor. ne yapmalıyım? söyle!"

ya da: "yeni ve çok daha öldürgen, korkunç bir savaş patladı; oysa biz tüm savaşları önlemek için yapmıştık son savaşı. şimdi ne yapacağız?"


ya da: "varlığıyla övündüğüm uygarlık, enflasyon nedeniyle çöküyor. milyonlarca insan yiyecekten yoksun, ölüm açlığı içindeler, birbirlerini öldürüyor, çalıp çırpıyor, insanlıktan çıkıyorlar. umutlarını yitirdiler. ne yapmalıyız?"

"ne yapmalıyım?", "ne yapabilirim?"... sonsuz geçmişten beri, yüzyıllardır aynı soruyu soruyorsun.

"hakikati güvenliğe yeğ tutan bir yaşam biçimi içinde elde edilen büyük başarı ve bulgunun yazgısı şudur: senin tarafından büyük bir açgözlülükle yalanıp yutulmak ve sonra gene senin tarafından dışkı olarak atılmak."

büyük, yürekli ve yalnız olan birçok adam, ne yapman gerektiğini çoktan söyledi sana. onların öğretilerini çarpıttın, kırıp döktün ve ortadan kaldırdın. her seferinde onları ters tarafından yakaladın; büyük hakikati değil de küçücük yanlışı yaşamının yol göstericisi olarak gördün; hristiyanlıkta, toplumbilim öğretisinde, halkın egemenliği konusunda, yani kısacası, elini değdirdiğin her konuda büyük doğruyu değil, küçük yanlışı seçtin. bunu neden yaptığını soruyorsun,ha? bu sorunun ciddi olduğunu sanmıyorum. sorunu yanıtlarsam, hakikati işittiğinde önüne geleni öldürecek denli öfkeleneceksin:

evini derme-çatma kurdun ve bütün bunları böyle yaptın, çünkü "içinde yaşamı duyma" yetisinden yoksunsun; çünkü çocuklarındaki sevgiyi daha doğmadan öldürüyorsun; hiçbir canlı ifadeye, hiçbir özgür, doğal davranışa karşı hoşgörülü davranamazsın, doğallığa dayanamazsın çünkü. dayanamadığın için de, korkuyor ve şunu soruyorsun: "bay jones ne der?", "yargıç smith ne der acaba?"

"...kes sesini sevgili küçük adam. yaşamın çok sefil, çok perişan, sesini çıkaracak halin yok. seni kurtarmak istiyor değilim, ama sırtında beyaz bir gecelik, suratında maske, acımasız kanlı elinde bir iple beni asmaya bile gelsen, sana söyleyeceklerimi, bu konuşmamı tamamlayacağım. kendi boynunu ipe dolamadan beni asamazsın sen küçük adam. çünkü ben, senin yaşamını, dünyayı içinde duymanı, senin insanlığını, sevgini ve yaşama sevincini temsil ediyorum. yok, hayır, beni öldüremezsin, küçük adam. bir zamanlar sana gereğinden çok inanıyordum ya hani, o vakit senden korkuyordum da. şimdi seni aştım ama; binlerce yılın bakış açısından görebiliyorum seni, binlerce yıl geçmişten ve binlerce yıl gelecekten bakıyorum sana. kendinden-korkma duygundan kurtulmanı istiyorum. daha mutlu ve daha insana yaraşır bir yaşam sürmeni istiyorum..."

"...sen hicbir sey degilsin, kucuk adam, hem de hicbir sey. bu uygarligi kuran sen degilsin. akli basinda efendilerden yalnizca birkaci kurdu bu uygarligi. bir kurma isinin icine girdiginde, neyi kurmakta oldugun konusunda hicbir fikrin yoktur. ayrica, ozgur de degilsin, kucuk adam. ozgurlugun ne oldugu konusunda hicbir fikrin yok. ozgurluk icinde yasamasini bilmezsin bile. (...) ozgurluk konusunda terbiyesizlik ediyorsun, kucuk adam. ama ozgurlugu kustahlikla karistirmak koleligin ozgun ozelliklerindendir."

"... diktatörler, despotlar, kurnazlar, zehirliler ve sırtlanlara bir yaşlı bilgenin kelimeleriyle sesleniyorum:

kutsal sözler ektim yeryüzünekötülükler silinecek yakında palmiyeler solduğundakayalar parçalandığında
anlı şanlı krallar gazel misali havaya savrulacak tufandan çıkan bir gemi benim sözlerimi taşıyacak ve tohumlar yeşerecek dünyada"

"...kendini şimdiki konumundan farklı hissedebileceğini düşünmeye cesaret bile edemiyorsun: boynu bükük olmak yerine özgür; plancı olmak yerine ise açık; bir hırsız gibi gece değil de, gündüz de sevebilen. sen aslında kendini aşağılıyorsun, küçük adam. 'ben kimim ki bir fikrim olsun, hayatımı belirleyeyim ve dünyayı sahipleneyim!' gerçek büyük adamdan tek bir farkın var: büyük adam da bir zamanlar küçük adamdı, fakat sadece tek bir özelliğini geliştirdi; nerede küçük ve kısıtlı düşünmesi ve davranması gerektiğini biliyordu. herhangi bir görevin baskısı altında, zamanla küçüklüğünün ve önemsizliğinin nasıl mutluluğunu tehdit ettiğini hissetmeyi öğrendi. demek ki büyük adam, nerede ve ne zaman küçük adam olacağını bilir. küçük adam ise küçük olduğunun farkında değildir ve bunun farkına varmaktan da korkar."

"...bendeki kendini, ve kendindeki beni keşfedebilir, sonra da korkup benim içimdeki kendini öldürebilirdin. bu nedenle senin, herhangi biri ya da herkesin kölesi olma özgürlüğün uğruna ölme gönüllülüğünden vazgeçtim..."

...

Wilhelm REICH