Öyle anlar gelir ki hayatımızın içerisinde bir an durup düşünmeye bile vaktimiz olmaz tek istediğimiz yapılması gereken işleri yerine getirmektir, bir rekabet vardır içimizdeki mükemmeliyetçilik ve özgürlük arasında. Durmadan, dinlenmeden, içimizdeki sesi dinlemeye bile tenezzül etmeden çabalarız günü kurtarmaya.
Çocukken hayallere dalıp gitmek hepimiz için eğlenceliydi. Zaman ilerledikçe , biz büyüdükçe bazılarımız vardır içindeki hırsa sadık bir hizmetkar olmuştur ve içindeki en iyi hayatı yaşama uğruna düşmüşlerdir kollarına zamanın. Onlar için en iyi hayat kendi arzuları ve hisleri uğruna kazanılan bir yaşam olmamıştır, başka birinin arzularını ve onun yaşamak istediği hayatı kendi üzerilerinde deneyen gönüllü deneklerden ibaretlerdir aslında. Farkında olmadan geçer gider ellerinde avuçlarında ne varsa, zengin olmak için adanmış bir yaşam, kalbindeki sevgiyi paylaşamadığı saçma sapan işlerle geçen boşa gitmiş günler.
Aslına bakarsanız hiçbir zaman büyümeye çabalamadım, çocukken kurguladığım dünyaların her birini unutmamaya özen gösterdim, severdim o tanımlaması güç saflığın hakim olduğu yaşamın tadını. Etrafımızda bizden en iyisini yapmamızı isteyenlerin yanında boğulduğumu, yaşamı hissetmeyi unuttuğumu anladığımda çırpınışlarımın boşuna olduğunu bilirdim onların dünyasındayken ne kadar saflığa erişebilirdim ki. Hani bir çift ayakkabı alındığında günlerce onun heyecanını yaşayan, mutluluktan gözü hiç bir şey görmeyen çocuğun saflığından söz ediyorum.
O kadar klişeleşmiştir ki hayatlarımız, uğruna kaybedecek bir şeyimiz olmadığı halde bırakıp gidemediğimiz şeylerin hiçbirinden kopamayız, korkarız. Korkmak doğaldır, kalbindeki heyecanı ateşleyen, seni uyanık tutan bir bekçi gibidir korku alışırsınız zamanla varlığına.
Kaçımız bir akşamüstü aklımıza düşen serseri bir düşüncenin peşinden yollara düşebilecek kadar cesuruz. Korkuya güvenerek düşmek, bilmediğin yollara… Benim ilk yalnız yolculuğum böyle başlamıştı. Korkuyordum kaldırım taşlarının yabancı olduğu, sokaklarını tanımadığım bir şehrin ortasında amaçsızca dolaşmaktan. Aklımda belli belirsiz düşünceler dolaşıyordu. Aşık olduğum kız, arkadaşlarım, ailem ne yapıyorlardı acaba şimdi? Hiç kimseye haber vermeden bir kağıt kalemle ve sırt çantasıyla çocuğunu gezmeye çıkaran bir baba misali gezdiriyorum ruhumu. Hissetmesini istiyorum yaşamı, her şeyden uzak herkesten uzak, zamanın ortasında güvenli ve sıcacık bir anın içinde anlamasını yaşamanın ne demek olduğunu. O kızın aklına düşmediğim bir sabaha, uyanmasını hayal ediyorum güneşin şehre gelişini seyrederken.
Yola çıkmak, tüm insanlık hallerinden sıyrılıp bambaşka bir yaşamın kurallarına alışmayı öğrenmek gibidir. Duygusal kirlilikler yoktur çevrende, tüm gördüğün insanları hep iyi hatırlayacaksın onların hayatına bir reklam filmi gibi gireceksin belki başka bir yerde veya zamanda karşılaşa bilmenin heyecanı olacak aklının bir ucunda. Böylece yaşayabiliyorsun işte her insanın kaderinde ayrı ayrı. Onlar belki unutacaklar seni, şehir değişecek belki senden sonra ama sen bir masalı yaşamış gibisindir ve unutamayacağın bir saflığın içinde bulursun kendini birdenbire. Uğultulu bir sarhoşluk gibi gelip geçecek dağlar, ovalar, denizler.. Gökyüzünün ayaklarının altından başladığını düşüneceksin, gözlerini kapattığında dalgaların üzerinde hızla uçtuğunu göreceksin yükseleceksin, bir an yemyeşil bir dağın yanından geçeceksin zirvesinde karı olan. Sonra doymayacak kalbin sevgiye, daha çok seveceksin her şeyi belki şehrin hüzünlü bir rüyasını paylaşacaksın gün batarken, seni unutmaması için kendinden bir şeyler bırakacaksın orada ve tekrar başlayacak her şey yeniden. Köksüz bir yaşamanın ne demek olduğunu anlayacaksın aslında bambaşka biri olduğunu düşüneceksin, sevdiğin arkadaşlarınla ilgili hayaller sürekli gelecek aklına. Durmadan gideceksin, sonu olmayacak bir yokluğun peşinde, kalbinin boşluğunu olabildiğince doldurarak, hüsranla biten aşklarını, uzun zamandır görmediğin arkadaşlarını hatırlayacaksın ve biraz daha kavrayacaksın her şeyi.
Yolculuğa çıkmak aslında bir bakıma kendimizle baş başa kalmaktır. Herkes çocukken kurduğu hayalleri hüzünle anımsamaya, masalların gerçekliğine inanmamaya alışkındır çünkü korkarlar kaybedenlerden biri olmaktan, hayat bir çizgi üzerinde akıyor gibidir çizgiyi bırakırsam bir daha geri dönemezsem diye. Aslında kendi içimizdeki sesi dinlemeyi becerebilsek sabretsek. O zaman anlayacağız gerçekten niye soluk alıp verdiğimizi, hayal kurmanın, yollara düşmenin korkutucu bir şey olmadığını ve bunların çılgınlık olmadığını. İnsanın doğasında var bunlar, ilk yolculuğumda korkmuştum ama o korku beni uyanık tutmuştu ve sonrasında hayatımda ilk defa bu kadar özgür hissetmiştim kendimi.
Taş merdivenlerden koşarak aşağıya indim ve eski taş bir evin köşesinde merdivenlerin korkuluğuna çıkıp denize doğru bakıp mutluluktan çığlık atmıştım, utanmadan veya çekinmeden kimseden işte buydu, anlıyordum. Yaşamak istediğim buydu, köksüz bir yaşamanın ne demek olduğu, ortadaydı her şey.
Uğultulu bir sarhoşluk gibi,
Gözlerini kapattığında dalgaların üzerinde uçacaksın,
Arayışının hiçbir zaman sonu gelmeyecek...
Jim Morrison