30 Temmuz 2015 Perşembe

Don Kişot


"Hayatım bir anlam kazansın istedim, yatakta can vermek istemedim ve bu ateşten gömleği ben gönüllü giydim. Gerçek hayatı kazanmanın, ten sevdasından geçmekle olacağını kimseye anlatamadım. Kutsallarım çiğnenmiş, bencillik almış yürümüş; başkaları için yaşamak unutulmuş ve duyarlılık sinelerden kovulmuş, hal böyleyken ben... nasıl çıldırmayayım Rosinante? Koş Rosinante! Fethedilecek daha çok kale var, koş! "

Cervantes

Karşılaşma


Donmuş tarlalardan geçiyorduk bir vagonla şafakta. 
Kızıl bir kanat havalandı karanlığın içinde. 
 
Ve birden koşarak bir tavşan geçti yoldan. 
İçimizden biri eliyle gösterdi bize. 

Aradan çok zaman geçti. Artık ikisi de sağ değil, 
Ne tavşan, ne de tavşanı eliyle gösteren adam. 
 
Ah sevgilim, nerdeler, nereye gidiyorlar 
Elin çakıp sönüşü, koşunun hızı, çakıl taşlarının hışırtısı.
Çektiğim acıdan değil, meraktan soruyorum.

Czeslaw MILOSZ


19 Temmuz 2015 Pazar

Kan Uyku


Bir biz varız güzel öbürleri hep çirkin
Bir de bu terli karanlık
Sonra bir şey daha var muhakkak ama adını bilmiyorum
Nereden başlasam sonunda o ışıkla karşılaşıyorum
Yarı çıplak utanmaz bir kadın resmini aydınlatıyor
Akşam oluyor ya bir türlü inanamıyorum
Oturmuş iri yapılı adamlar esrar çekiyorlar
Daha bir aydınlık olsun diye içtikleri su
Sarı topraktan testileri güneşte pişiriyorlar

Bir korkuyorum yalnız kalmaktan bir korkuyorum
Gündüzleri delice çalışıyorum geceleri kadınlarla yatıyorum

Sonra birden büyümüş görüyorum ağaçları
Kısrakları birden yavrulamış
Havaları birden güneşli

Kadınlarla yattığım yetse ya
Birde kadınlarla yattığıma inanmam gerekiyor

Hoşlanmıyorum

Turgut Uyar 

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Gece Türküsü - Böyle Buyurdu Zerdüşt




Gecedir: Şu an bütün fıskiyeler daha gür sesle konuşur. Benim ruhum da bir fıskiyedir. Gecedir: Ancak şimdi sevenlerin bütün türküleri coşar. Benim ruhum da bir sevenin türküsüdür.

İçimde dindirilmemiş, dindirilemez bir şey var. Bu, sesini yükseltmek istiyor. İçimde bir sevme isteği var ki aşkın dilini konuşuyor. Ben ışığım. Keşke gece olsaydım! Ama ışıkla çevrili olmak benim yalnızlığımdır.

Ah, gece ve karanlık olsam! Işığın memelerini emmek isterdim! Küçük, parlak yıldızlar ve üstümüzdeki ateşböcekleri, sizi de kutsamak ve ışık armağanınızdan bir yudum alıp mutlu olmak isterdim. Fakat ben kendi ışığımın içinde yaşarım ve kendimden çıkan alevleri kendim içerim.

Ben, almaktaki mutluluğu bilmem ve çoğunda çalmanın almaktan daha hayırlı olduğunu düşünürüm. Benim fakirliğim odur ki, elim armağan vermekten uslanmaz. Bekleyen gözlerin ve özlemin aydınlık gecelerini görmek, benim kıskançlığımdır.

Ah, bütün armağan verenlerin bahtsızlığı! Ah, güneşimin kararması! Ah, istemek tutkusu! Ah, tokluk içinde açlık. Bunlar, benden alırlar; ama ruhlarına da dokunuyor muyum? Vermekle almak arasında bir uçurum vardır ve en küçük çukura bile en sonunda köprü kurulur.

Güzelliğimden bir açlık doğuyor. Aydınlattıklarımdan acı vermek ve armağan ettiklerimden çalmak istiyorum. Kötülük yapmaya o kadar susadım ki!… Elime doğru bir el uzandığı zaman geriye çekilmek, düşerken yavaşlayan bir şelale gibi gecikmek… Kötülük yapmaya böyle susuyorum. Benim zenginliğim böyle bir intikam düşünüyor. Benim yalnızlığımdan böyle bir hile kaynıyor.

Armağan vermekten duyduğum mutluluk, armağan verirken öldü; erdemim kendi cömertliğinden bezdi. Boyuna armağan veren, utancı kaybetmek tehlikesiyle karşı karşıyadır. Sürekli dağıtanın eli ve kalbi, dağıtma yüzünden nasırlaşır.

Gözüm dilencilerin utancı karşısında yerinden fırlamıyor artık. Elim, dolu ellerin titremesine kayıtsız artık. Gözüme yaş ve kalbime keder nereden geldi? Ah, bütün armağan verenlerin yalnızlığı! Ah, bütün parlayanların suskunluğu!

Boş uzayda birçok güneş dönüyor. Onlar bütün karanlıklara ışıkla seslenirler; ama bana karşı susarlar. Ah! Işığın parlayan şeylere karşı düşmanlığı şudur ki yoluna insafsızca devam eder. Parlayan şeylere gönülden bezgin, güneşlere karşı soğuk, her güneş böyle döner. Güneşler yörüngelerinde bir fırtına gibi uçar, onların çevrimi böyledir. Sarsılmaz iradelerinin peşinde gider. Onların soğukluğu budur. Ah karanlıklar, geceler! O parlayan şeylerden sıcaklığı yayan sizsiniz! Işığın memelerinden sütü ve serinletici iksiri emen sizsiniz. Ah etrafım buz gibi; elim buz içinde yanıyor. Ah, içimde sizin susuzluğunuza karşı bir susuzluk var.

Gecedir: Ne yazık ki ben ışık olmaya, gecelerin susuzluğunu çekmeye ve yalnız olmaya mecburum.

Gecedir: Arzum bir pınar gibi içimde kaynıyor, konuşmak istiyorum.

Gecedir: Şimdi bütün fıskiyeler daha gür konuşur. Benim ruhum da bir fıskiyedir.

Gecedir: Ancak şimdi bütün sevenlerin şarkıları uyanır. Benim ruhum da bir sevenin şarkısıdır.

Friedrich Nietzsche

Atlıkarınca



                                                                                   Tel cambazı istiyordu ki dünya istediği gibi olsun.
                                                                                                       Bile bile aldanmaya vardırıyordu işi.
                                                                                                                  Ama olmuyordu kendisi vardı.


Önceleri terliydi avuçlarımdan kayıyordu
Sonra sonra hem alıştım hem sevdim
Dedim ki ne iyi bu kadındır gecenin yarısında
Etleri var beyaz gergin sıcaklığı var öp öp ısın
Karanlık sokakları kötü lokantaları ısınmış rakıları
düşündüm ve göğsümden iki düğme çözdüm
Gittim bir ormanı dört ucundan tutuşturdum geldim
Burada bana göre bir şeyler vardı
Oturdum

Bu ellerimi nereye koysam yakışmıyor
Dedim ki en iyisi kucağında dursun
Şu kravatımı çiviye as gel
Sigaramı yak birlikte at arabalarını düşünelim
Sarı pirinçten pırıltılı koşumları düşünelim
Bir zamanlar bilerek unuttuğum 'Küçük Deniz Sokağı'nı
Denizi odun depolarını demli çayları
Ben iyiyim bunlar da iyi şeyler sen nasılsın
Kolların çıplak değildi ama hiç de zararı yoktu
Bir gülünce tanıyordum sen değildin ne yapsam
elimden gelmiyordu
Tanıyordum elimden gelmiyordu
Yoksa ne güzel aldanacaktım

Yabancılığın daha alımlıydı belki
Ama seni bir ormanda yakalasaydım
İlk günlerin ilk çiçeklerin tadında
Kandırdılar 23 lira 10 kuruşumu aldılar iki kadehe
90 kuruşu da ben tutup garsona verdim

Sonunda şehre vardım gökyüzüne fişekler atıyorlardı
Bir kalabalık vardı sarıydı utanmazdı geçkindi
Böylesi daha yakışıyor bildiklerime
Gün doğsun bir arınayım istiyorum
Güneş tozlu caddeler kaygılarım beni bir arıtsın istiyorum
İşte tam böyle istiyorum

Turgut UYAR

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Mendilimde Kan Sesleri


“Her yere yetişilir 
Hiçbir şeye geç kalınmaz ama 
Çocuğum beni bağışla 
Ahmet Abi sen de bağışla

Boynu bükük duruyorsam eğer 
İçimden öyle geldiği için değil 
Ama hiç değil 
Ah güzel Ahmet abim benim 
İnsan yaşadığı yere benzer 
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer 
Suyunda yüzen balığa 
Toprağını iten çiçeğe 
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine 
Konyanın beyaz 
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer 
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir 
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları 
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına 
Öylesine benzer ki 
Ve avlularına 
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi) 
Ve sözlerine 
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki) 
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer 
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne 
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına 
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına 
Minibüslerine, gecekondularına 
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben -
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.


Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.”

Edip CANSEVER

5 Temmuz 2015 Pazar

Sen Daha Başından




Sen kollarıma asla gelmemiş sevgili, 
sen yitirilmiş olan daha başından, 
senin hangi şarkılar gider hoşuna 
hiç öğrenemedim. 
Vazgeçtim ben seni 
gelecek anın kabaran dalgaları içinde 
tanımaya çabalamaktan.

Sen sevgili, 
daima hasretle seyrettiğim 
bahçelersin sen.
Bir kır evinde 
açık bir pencere ve sen daha yeni 
atmışsın adımını dışarı, dalgın düşünceli 
karşılamak için beni. 
Rastgele geçtiğim sokaklar, 
sen onlarda az önce yürümüş ve gözden kaybolmuşsun. 

Kim bilir? 
Belki de aynı kuş yankılanıyordu içimizden ikimizin de 
ayrı ayrı, dün akşam.

Rainer Maria Rilke

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Acıyor



Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
sevgim acıyor

Biz giz dolu bir şey yaşadık
onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
bir sevinç sanarak

En başta mutsuzluk elbet
Kasaba meyhanesi gibi
Kahkahası gün ışığına vurup da
ötede beride yansımayan
Yani birinin solgun bir gülden kaptığı frengi
Öbürünün bir kadından aldığı verem
Bütün işhanlarının tarihçesi
Bütün söz vermelerin tarihçesi
sevgim acıyor

Yazık sevgime diyor birisi
Güzel gözlü bir çocuğun bile
O kadar korunmuş bir yazı yoktu
Ne denmelidir bilemiyorum
sevgim acıyor
Gemiler gene gelip gidiyor
Dağlar kararıp aydınlanacaklar
Ve o kadar

Tavrım bir şeyi bulup coşmaktır
Sonbahar geldi hüzün
Kış geldi kara hüzün
Ey en akıllı kişisi dünyanın
Bazan yaz ortasında gündüzün
sevgim acıyor
Kimi sevsem
Kim beni sevse

Eylül toparlandı gitti işte
Ekim falan da gider bu gidişle
Tarihe gömülen koca koca atlar
Tarihe gömülür o kadar

TURGUT UYAR

1 Temmuz 2015 Çarşamba

Yerçekimli Karanfil


Biliyor musun az az yaşıyorsun içimde 
Oysaki seninle güzel olmak var 
Örneğin rakı içiyoruz, içimize bir karanfil düşüyor gibi 
Bir ağaç işliyor tıkır tıkır yanımızda 
Midemdi aklımdı şu kadarcık kalıyor. 

Sen o karanfile eğilimlisin, alıp sana veriyorum işte 
Sen de bir başkasına veriyorsun daha güzel 
O başkası yok mu bir yanındakine veriyor 
Derken karanfil elden ele. 

Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle 
Sana değiniyorum, sana ısınıyorum, bu o değil 
Bak nasıl, beyaza keser gibisine yedi renk 
Birleşiyoruz sessizce. 

Edip CANSEVER