yorgun bir asker
kılığında ayakların vardı. herkes. o, bir ay çiçeğidir
ayı ve çiçeği alınmış, sakalları artık tükenmiş
uzamaktan. neden evleri yadırgamış ve barbar
gecelerine özlemli. aslında her yeri uygun sarılara ve
otobüslere.
ayakların vardı. numarası bir kalıba uygun ama
rahatsız. başta sabırsız ve kahraman. sonda
geceyi uzun uzun bölen ve sonuna gitmeyen.
öbür ayakları kışkırtmayan. sakallan artık
tükenmiş uzamaktan.
birdenbire o sabahlardı, peynirlerin kötü
kâğıtlara sarıldığı dükkânlardı. önlüklü
kadınların sevinçsiz şarkılarla çocuklar
doğurduğu, yaşamayı isteksizce uzatan. aysız.
ve çiçeksiz vazgeçmelere boynumuzu uzattığımız.
ölü,
ölüye neresinden yanaşmalı. donuk ve çekici, sonsuz
ölü. bütün kumsalların ve asfaltların ve
karantinaların, yeleklerin ve saat kösteklerinin,
gölgelerin ölüsü. bulaştığımız bir şey. her yönü
limon mu kokardı? vardı…
ölü vardı. şakayı sevmeyen insanların, dağlara
çıkmayı tasarlardı, balıkları ve tuğlaları
üstüste koymanın sevincine vardığı zamanlardı,
ama ölü vardı, ölü.
bitmeyen büyük bir akşamdı, kurtulmadığımız
ondan, ne bulursa, donukluğuyla, bilgeliğiyle,
ne bulursa hinliğiyle karalardı. o artardı.
onun hiçbir şeyi yoktu. bir, tanımı vardı.
yabancılar ve tırnaklar geldi. bütün suçlar övüldü.
pisliği göklere çıkardılar, katıldık. ve dondurmalar dondu…
sen belki de sonsuz bir çinisin, kerestelerin
olmadığı, tabelâsız dükkânların ve uzayıp giden
duran bir zamanın… tanrısal umutsuzluktan.
suyu büyük bakraçlara konunca gökten korkan, sen
ey, acemi duvar resmi, senin sakalların tükenmiş
uzamaktan. kent özlüyor seni, para kazanansın,
kırallar küçülüyor, para kazanansın, para
harcamalısın peynirlerin kötü dükkânlara
sarıldığı o kâğıtlarda. alış ölüye,
ölüye…
ölü en güzel. en alışılacak. ayakların vardı, korkak.
ellerin nasıl olsa yıkılmış gitmiş para saymaktan,
cıvatadan, balatadan, üremesiz kadın okşamaktan,
topraktan,
ağır gelişen, karşı koymayan miskin topraktan,
ölü yiyici topraktan. asıl ölüye nasıl yanaşmalı o
topraktan. trenler süslü, vagonların kopuk…
ayakların vardı. pisti yıkanmamaktan. kutsal kitap
irmaklarından. her yanın pisti ölüye bulaşmaktan.
birdenbire, o narlardı, dipdiri, umulan, sonsuz
erinçli ırmak boylarından bir adamın dışarı
çıkması ve girmesi, güneşin utanması sarhoş
kılıklardan. kıyıcılıkla yaratış arasında bir şey
olmamaktan.
küçük kuşlar gümüş parmaklıklar ardında
bütün atlar, bütün, bukağılandı,
kimseler korkmadı yanlış olmaktan
ölü unutuldu sokak ortasında…
ben hiç kırlangıç olmadım. hiç sesim çıkmadı
kırallar oturup içki içtiler,
uyruklar oturup içki içtiler.
alkol çünkü bir büyük uğraştı
şaşmayan bir sen misin uslu denize
ölüyü sokak ortasında bıraktık
çoğalttık süpürgeleri ve tozları
kandan ve kireçten resimler yaptık.
üşürdük elbet hep ıslaktık…
sonra kanlarmış,
sakallarıydı,
göklerin cinsel andacı…
…….
bıkkınlık yürürse ayaklarıyla, o kıyıcı duygusu
gökler sofrasından artık olmanın, üleşilmenin
beş on paya, tanrıya iğreti konukluk, talaşla toz
yürürse, uzayan ıssızlığı işe yaramamanın, yürürse
ayaklarıyla, duralım ve bağıralım,
her şey bir büyük gerçektir, cumhuriyet ve at
ve varsa denizlerde yitmek, ve varsa yetmemek o da
ve varsa ilgisizlik o da, ve varsa hiçbir şeyi
sevmemeyi sevmemek o da, ve varsa her şeyi sevmeyi
sevmek o da,
ama bir su sakin akıp giderdi
denizde bir gemi sakin giderdi
bir kadın sakin doğurup giderdi
bir din sakin eskiyip giderdi
bir başkaldırma sakin gelişip giderdi…
sessiz ve uğultulu şarkıları boşuna taş kırmaların.
alkol bir büyük uğraştır, ey mağribî, ey değerini
ve sonsuz düzenini bulmamış göçebe.
pencereler yaslısı
senin zamanını düşünüyorum, sonsuz bir sarı…
bir arabistan ve karşılıksız bir çek
bir para ile dengesi
korkunun sonsuz gelgiti kanında
külotlar, korseler ve adamlar…
ve çöl yürürse üstüne ey,
tramvaylardan ve tartışmalardan korkan, ey mağribî,
ayakların vardı senin, pis ayakların, kaçmaya
yarayan,
senin sürülerin vardı beytlehem kıtlığını otlayan
tuzlu ama fenerli, enlemli boylamlı denizlerin
içinde kaybolamıyan,
sen bir koyun gibi tuzların kokusunu sanırdın
işe yaramazdın… gazallerin sakin otlardı, tulum
ezgileriyle uyuklayan, senin ayakların vardı,
alışmış, hep yürümesi ölüye…
……..
küçük odalarda, kuzuların otladığı
resimler karşısında
oyuncaklar çocuksuzluktan hüzünlenirken
bir çocuğu döver yatışırdın
savaş yerine, alkol yerine
güçlenirdin
sarışın gözlü, hazır, büyük kafalı…
…….
gemilerin uzun uzun taşıdığı bir ölü…
Turgut UYAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder