20 Aralık 2017 Çarşamba

Övgü Ölüye


yorgun bir asker 
kılığında ayakların vardı. herkes. o, bir ay çiçeğidir 
ayı ve çiçeği alınmış, sakalları artık tükenmiş 
uzamaktan. neden evleri yadırgamış ve barbar 
gecelerine özlemli. aslında her yeri uygun sarılara ve 
otobüslere. 
ayakların vardı. numarası bir kalıba uygun ama 
rahatsız. başta sabırsız ve kahraman. sonda 
geceyi uzun uzun bölen ve sonuna gitmeyen. 
öbür ayakları kışkırtmayan. sakallan artık 
tükenmiş uzamaktan. 
birdenbire o sabahlardı, peynirlerin kötü 
kâğıtlara sarıldığı dükkânlardı. önlüklü 
kadınların sevinçsiz şarkılarla çocuklar 
doğurduğu, yaşamayı isteksizce uzatan. aysız. 
ve çiçeksiz vazgeçmelere boynumuzu uzattığımız. 

ölü, 
ölüye neresinden yanaşmalı. donuk ve çekici, sonsuz 
ölü. bütün kumsalların ve asfaltların ve 
karantinaların, yeleklerin ve saat kösteklerinin, 
gölgelerin ölüsü. bulaştığımız bir şey. her yönü 
limon mu kokardı? vardı… 
ölü vardı. şakayı sevmeyen insanların, dağlara 
çıkmayı tasarlardı, balıkları ve tuğlaları 
üstüste koymanın sevincine vardığı zamanlardı, 
ama ölü vardı, ölü. 
bitmeyen büyük bir akşamdı, kurtulmadığımız 
ondan, ne bulursa, donukluğuyla, bilgeliğiyle, 
ne bulursa hinliğiyle karalardı. o artardı. 
onun hiçbir şeyi yoktu. bir, tanımı vardı. 
yabancılar ve tırnaklar geldi. bütün suçlar övüldü. 
pisliği göklere çıkardılar, katıldık. ve dondurmalar dondu… 
sen belki de sonsuz bir çinisin, kerestelerin 
olmadığı, tabelâsız dükkânların ve uzayıp giden 
duran bir zamanın… tanrısal umutsuzluktan. 
suyu büyük bakraçlara konunca gökten korkan, sen 
ey, acemi duvar resmi, senin sakalların tükenmiş 
uzamaktan. kent özlüyor seni, para kazanansın, 
kırallar küçülüyor, para kazanansın, para 
harcamalısın peynirlerin kötü dükkânlara 
sarıldığı o kâğıtlarda. alış ölüye, 
ölüye… 

ölü en güzel. en alışılacak. ayakların vardı, korkak. 
ellerin nasıl olsa yıkılmış gitmiş para saymaktan, 
cıvatadan, balatadan, üremesiz kadın okşamaktan, 
topraktan, 
ağır gelişen, karşı koymayan miskin topraktan, 
ölü yiyici topraktan. asıl ölüye nasıl yanaşmalı o 
topraktan. trenler süslü, vagonların kopuk… 
ayakların vardı. pisti yıkanmamaktan. kutsal kitap 
irmaklarından. her yanın pisti ölüye bulaşmaktan. 
birdenbire, o narlardı, dipdiri, umulan, sonsuz 
erinçli ırmak boylarından bir adamın dışarı 
çıkması ve girmesi, güneşin utanması sarhoş 
kılıklardan. kıyıcılıkla yaratış arasında bir şey 
olmamaktan. 

küçük kuşlar gümüş parmaklıklar ardında 
bütün atlar, bütün, bukağılandı, 
kimseler korkmadı yanlış olmaktan 
ölü unutuldu sokak ortasında… 
ben hiç kırlangıç olmadım. hiç sesim çıkmadı 
kırallar oturup içki içtiler, 
uyruklar oturup içki içtiler. 

alkol çünkü bir büyük uğraştı 
şaşmayan bir sen misin uslu denize 
ölüyü sokak ortasında bıraktık 
çoğalttık süpürgeleri ve tozları 
kandan ve kireçten resimler yaptık. 
üşürdük elbet hep ıslaktık… 

sonra kanlarmış, 
sakallarıydı, 
göklerin cinsel andacı… 

……. 

bıkkınlık yürürse ayaklarıyla, o kıyıcı duygusu 
gökler sofrasından artık olmanın, üleşilmenin 
beş on paya, tanrıya iğreti konukluk, talaşla toz 
yürürse, uzayan ıssızlığı işe yaramamanın, yürürse 
ayaklarıyla, duralım ve bağıralım, 

her şey bir büyük gerçektir, cumhuriyet ve at 
ve varsa denizlerde yitmek, ve varsa yetmemek o da 
ve varsa ilgisizlik o da, ve varsa hiçbir şeyi 
sevmemeyi sevmemek o da, ve varsa her şeyi sevmeyi 
sevmek o da, 

ama bir su sakin akıp giderdi 
denizde bir gemi sakin giderdi 
bir kadın sakin doğurup giderdi 
bir din sakin eskiyip giderdi 
bir başkaldırma sakin gelişip giderdi… 

sessiz ve uğultulu şarkıları boşuna taş kırmaların. 
alkol bir büyük uğraştır, ey mağribî, ey değerini 
ve sonsuz düzenini bulmamış göçebe. 
pencereler yaslısı 
senin zamanını düşünüyorum, sonsuz bir sarı… 

bir arabistan ve karşılıksız bir çek 
bir para ile dengesi 
korkunun sonsuz gelgiti kanında 
külotlar, korseler ve adamlar… 

ve çöl yürürse üstüne ey, 
tramvaylardan ve tartışmalardan korkan, ey mağribî, 
ayakların vardı senin, pis ayakların, kaçmaya 
yarayan, 
senin sürülerin vardı beytlehem kıtlığını otlayan 
tuzlu ama fenerli, enlemli boylamlı denizlerin 
içinde kaybolamıyan, 
sen bir koyun gibi tuzların kokusunu sanırdın 
işe yaramazdın… gazallerin sakin otlardı, tulum 
ezgileriyle uyuklayan, senin ayakların vardı, 
alışmış, hep yürümesi ölüye… 

…….. 

küçük odalarda, kuzuların otladığı 
resimler karşısında 
oyuncaklar çocuksuzluktan hüzünlenirken 
bir çocuğu döver yatışırdın 
savaş yerine, alkol yerine 
güçlenirdin 
sarışın gözlü, hazır, büyük kafalı… 

……. 

gemilerin uzun uzun taşıdığı bir ölü…

Turgut UYAR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder