25 Ekim 2016 Salı

Zamanımızın Bir Kahramanı - Lermontov




"Alçak gönüllüydüm; beni hesaplılıkla suçluyorlardı: sonunda hiç konuşmaz hale geldim. İyilikle kötülüğü ayırt edebiliyordum; anlamıyorlardı beni, herkes kınıyordu; kin gütmeye başladım. İçine kapanık bir çocuktum, başkaları gibi şen, konuşkan değilim; onlardan üstün görüyordum kendimi ama herkes beni onlardan aşağı tutmakta sözbirliği etmişti. Kıskanç oldum.
Bütün dünyayı sevmeye hazırdım, değerlendiren çıkmadı; böylelikle de nefret etmeyi öğrendim. Renksiz gençliğimi, kendime ve dünyaya karşı giriştiğim savaşta tükettim. Alaya alınmaktan korktuğum için en iyi duygularımı yüreğimin derinlerine gömdüm: Orada silinip gittiler. Hep doğru söyledim, inanılmadım. O zaman kandırmaya başladım. Kibarların dünyasını, toplumun işleyişini iyiden iyiye kavrayınca, hayat biliminde ustalık kazandım; başkalarının bu ustalığı kazanmadan mutluluğa nasıl ulaştıklarını gördüm; benim hiç yılmadan erişmeye çalıştığım önceliklerin tadını, onlar kendilerini hiç yormadan çıkarıyorlardı. O zaman içimi bir karamsarlık kapladı; tabanca kurşunuyla giderilecek türden bir karamsarlık değildi bu: Soğuk, çaresiz, sevimliliğin, iyi niyetli bir gülümsemenin altına gizlenen bir umutsuzluktu. Ruh yönünden sakat olmuştum. Ruhumun yarısı yoktu; solmuştu, uçmuştu, ölmüştü. Ben de o yarıyı kestim attım."


“…..Bu yüzden de memur masasına bağlanmş bir dahi ya tıpkı durgun bir hayat süren, örnek davranışlar gösteren, sonra da damar tıkanmasından ölüveren biri gibi ölmek, yada çıldırmak zorundadır. Heyecanlar evrimlerinin ilk dönemini yaşayan fikirlerden başka bir şey değildir; yüreğin gençliğinden gelme armağanlardır onlar; bütün hayatı boyunca onların etkisinde kalacağını sananlarsa budalalardır. Durgun ırmakların çoğu gürül gürül bir çağlayan olarak başlar, ama hiçbiri coşup köpürerek denize ulaşamaz. Ama bu durgunluk çoğu kere, gizli bir gücün belirtisidir; duygularla düşüncelerin coşkunkuğu ve derinliği çılgınlıklara izin vermez, ruh ister acı çekerken ister sevinç duyarken olsun, kendisiyle kesin bir hesaplaşmaya gider ve herşeyin böyle çözümlenmesi gerektiğine inanır; bilir ki fırtınalar olmasaydı güneşin sürekli sıcaklığı gücünü kuruturdu…” (s.114)


“…..Öleceksem öleceğim! Dünyanın büyük kaybı olmayacak bu işte, üstelik ben de yeteri kadar usandm. Baloda esneyip de sırf arabası kapıya gelmemiş diye yatağına gidemeyen bir adama benziyorum. Ama artık arabam hazır… Hoşçakalın! Aklımdan bütün geçmişimi geçiriyor, elimde olmadan şaşıyorum: Neden yaşamışım sanki, ne amaçla dünyaya geldim? Yine de o amaç var olsa gerek. Kaderim mutlaka yüksek bir amaca yönelmişti, çünkü ruhumda sonsuz bir güç hissediyorum. Ama o kaderin ne olduğunu kestiremedim, boş, nankör tukuların çekiciliğine kapıldım; onların ocağından demir gibi sert ve soğuk çıktım, ama soylu duyguların ateşini de bir daha gelmemecesine yitirdim hayatın en güzel tomurcuklarını…”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder